Prof.Dr. Mehmet Yüksel Hakkında
Anı Yazıları
Çok Değerli Prof. Dr. Mehmet Yüksel Hocamın Anısına
Prof. Dr. Hasan Tahsin FENDOĞLU
Arkadaşım Mehmet Yüksel
Prof. Dr. Ramazan ARSLAN
Sonsuzluktan Önce Bir Gün
Prof. Dr. Gökhan ATILGAN
Mehmet Yüksel’in Ardından
Prof. Dr. Tahir HATİPOĞLU
Mehmet Yüksel’e Ağıt
Doç. Dr. Sedat ÇAL
78 Kuşağı
Mustafa HAYIRLI
Mehmet Hocamın Ardından
Mustafa Serhat KAŞIKARA
Mehmet Yüksel’e
Seval ÖZDEMİR
Dostum Mehmet Yüksel İçin
Mehmet Akif TUTUMLU
Hakemsiz Makaleler
ÖZET
Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelesi ulusal olduğu kadar, uluslararası dış politikada ve hatta sınır ötesinde sıcak takip olarak devam etmektedir. Terör örgütleri üzerinden ülkenin gelişmesi engellenmekte, önü kesilmek istenmekte, doğrudan savaşmak yerine terör örgütlerine silah, para ve destek vererek zayıf düşürmek tercih edilmektedir. Türkiye, uzun süredir terör örgütlerinin manevra alanında bulunan özel olarak seçilmiş bir ülke konumundadır. Bu ve benzeri nedenlerle kimi zaman olağanüstü hal ilan edilebilmekte, özgürlükler kısıtlanabilmektedir. Olağanüstü haller söz konusu olduğunda yürütme organının yetkisi, özellikle de takdir yet-kisi genişlemekte, temel hak ve özgürlükler sınırlanabilmekte, bu durumdan yayın hayatı da et-kilenebilmektedir. Kuşkusuz ki, olağan dönemlerdeki yayıncılık ile olağanüstü dönemlerdeki ya-yıncılık farklı olabilmektedir. AİHS’nin 10 uncu maddesi ile koruma altına alınan ifade özgürlüğü, bilindiği gibi, 1982 Anayasasının 28-32 maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir. İfade özgürlü-ğü konusunda Devlet, Anayasanın 13 üncü maddesinde geçen ölçülülük, öze dokunma, gerek-lilik gibi kriterlere uymalıdır. Anayasanın 15 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki çekirdek haklar (yaşama hakkı, maddi ve manevi bütünlüğün korunması, din, vicdan, kanaat, düşünce hakkı, suç ve cezaların geçmişe yürümezliği ve masumiyet hakkı) olağanüstü halde dahi korunmak zorun-dadır. İfade özgürlüğünü herhangi bir kanunla sınırlamak da yetmemektedir; bu kanunun dahi belirlilik ve öngörülebilirlik niteliklerine sahip olması şarttır. Özgürlüğü sınırlayan kanunun metni net, açık ve kesin olmalıdır. Mevzuatımızda seçim dönemlerindeki yayınlar özel olarak belirlenmiştir. 298 Sayılı Yasanın 5 inci maddesi radyo ve televizyonlardan yararlanma şeklini ve süresini belirtmiştir. Seçimler ve medya konusu, demokrasi açısından son derece önemlidir. Kuşkusuz ki, kişinin bilgi edinme hakkı olduğu gibi, zararlı yayınlara karşı korunma hakkı da vardır. Zararlı yayınlara karşı kişinin korunmasında, yazılı-görsel medyaya ve Devlete düşen görevler vardır. Bununla birlikte medya patronlarının kişisel, siyasal ve iktisadi çıkarları arka planda olabilir. Savaşlar, terör amaçlı saldırılar, doğal afetler ve benzeri olağanüstü durumların ortaya çıkardığı kriz zamanlarında da ifade ve haber alma özgürlüğü esastır. Bu dönemlerde de yayın hizmetleri önceden denetlenemez ve yargı kararları saklı kalmak kaydıyla durdurulamaz; ancak, millî güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hâllerde, kamu düzeninin ciddî şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, Başbakan geçici yayın yasağı getirebilir; bu karara karşı 24 saat içerisinde Danıştay’a itiraz edilebilir (6216/8). Bu gibi durumlarda kamu yetkilileri müm-kün olan en kısa sürede ve sürekli olarak medyaya bilgi akışını sağlamalıdır.
Küreselleşme Sürecinde Aşırıcılığın Yükselişi
Ali ÇAĞLAR
ÖZET
Bu makalenin ana amacı, son yıllarda küreselleşme süreci ile giderek hız kazanan ve günümüzde pek çok ülke için ciddi tehdit durumuna gelmiş, Yakın ve Orta Doğu temelli yaşanan aşırıcılığın kaynakları üzerinden sosyolojik bir analiz yapmaktır. Amaca ulaşmak için, öncelikle Soğuk Savaş ve sonrası dönemdeki politik oluşum ve değişimlere yer verilmiştir. Daha sonra, çoğunlukla, Yakın ve Or-tadoğu ülkelerinde görülen genç nüfus üzerinden, aşırıcılığın kaynaklarına dair bir değerlendirme ya-pılmıştır. Son olarak, günümüzde yaşanmakta olan aşırıcılığın oluşmasında Vahabi Selefizmin yeri ve etkisi değerlendirilmiş ve buradan hareketle başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, özellikle Avrupa Birliği’nin aşırıcılık karşısındaki duruş, tepki ve mücadeleleri tartışılmıştır. Çalışmada, küresel güçlerin, aşırıcılığın ortaya çıkışı ve varlığını korumasında önemli katkılarda bulundukları sonucuna ulaşılmıştır.
“Kafamda Bir Tuhaflık” ve Kent Tarihiyle İlgili Öğelerin Yazınsallaştırımı
Onur Bilge KULA
ÖZET
Kafamda Bir Tuhaflık” romanında yazınsallaştırılan tuhaflık sözcüğü, başkahraman Mevlut’un bir kez görüp güzel gözlerine tutulduğu Samiha’yı düşünerek, ancak Samiha’nın ablası Rayiha adı-na gönderdiği mektuplarla başlar; Samiha yerine Rayiha’yı kaçırarak evlenmesiyle sürer. Mevlut’un Samiha’yı düşünerek yazdığı mektupları Rayiha adına göndermesini sağlayan da Samiha’ya göz ko-yan amcaoğlu Süleyman’dır. İçgöçün bir türevi olarak İstanbul’un kıyılarında oluşan gecekondu yer-leşimleri ve köyden kente gelenlerin kent yaşamına eklemlenme sürecinde ortaya çıkan tuhaf insan tiplerinin ve toplumsal-kültürel tuhaflıkların anlatılaştırımı, bu romanın yazınsal merkezini oluşturur.
‘Yargı Etiği’ ya da Yargıda Etik: Yargı Nasıl Etik Olur?
Harun TEPE
ÖZET
Ticaret etiği’nden söz eden bir kişiye “ticaret yaparken nasıl etik olunur?” diye sorulmuş, o da “ticaret ve etik birada olmaz, insan bunlardan birini seçmeli” diye yanıtlamış. Bir anekdot olan ve ticaretle ilgili olarak da doğru olmayan bu görüş, iş yargıya gelince hiç doğru değildir. Bırakın yargı ve etiğin bir arada olamamasını, “yargı, etik olmadan yargı olamaz”, “etik olmak adil yargılamanın önkoşuludur, olmazsa olmazıdır” denebilir. Yargılamak ya da yargı vermek, yansız olmayı, yargı ko-nusu olan olay-eylem-durum ya da kişiye mümkün olduğunca nesnel bir biçimde bakabilmeyi, doğru bir değerlendirme yapabilmek için çaba göstermeyi gerektirir. Aslında tüm bunları kısaca “yargı işini amacına uygun yapmak istiyorsa etik olması gerekir” diye ifade edebiliriz. Ama yargı nasıl etik olur? Yargının etik olması, her şeyden önce yargı bileşenlerinin etik olması ve yargı sisteminin etik yar-gılamaya imkân verecek biçimde yapılanmasıyla mümkün olur. Bu bildiride yargının etik yargılama yapabilmesi için hem yargının üç bileşeni olan, avukat, savcı ve yargıçların hem de yargılama sistemi-nin nasıl olması gerektiği üzerinde durulacaktır. Yargıda etik sorunu makro ve mikro boyutlarıyla ele alınarak, etik bir yargıya giden yola işaret edilmeye çalışılacaktır.
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Kapsamında İşçinin Elektronik Ortamda Gözetlenmesi
C. Gökhan ERBAŞ
ÖZET
İş ilişkisi içerisinde “denetleme” kavramı artık işverene tanınan sadece bir hak olarak değil, aynı za-manda bir ödev olarak karşımıza çıkmaktadır. Meselenin bir diğer yönü ise, bu uygulamanın işçinin kişilik haklarına müdahale niteliği taşımasıdır. Bu nedenle bu hakkın sınırlarının belirgin bir şekilde çizilmesi gerekmektedir. Türk hukukunda bu konu, şimdiye kadar uluslararası düzenlemeler ve genel hukuk kuralları kapsamında değerlendirilmekte iken, 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 24/3/2016 tarihinde kabul edilmesiyle, artık farklı bir boyut kazanmıştır. Söz konusu düzenlemenin yeni olması nedeniyle, bu çalışma içerisinde, teknolojik araçlar vasıtasıyla gerçekleştirilebilen denetimler çerçevesinde, örneğin kamera kayıtları, ses kayıtları ve e-posta kontrolleri vasıtasıyla işveren tarafından yapılan denetimler ile işçinin kişilik hak-larına hangi ölçüde müdahale edilebileceği konusu 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu içerisinde yer alan düzenlemeler kapsamında ele alınmıştır.
Hakemli Makaleler
Tam ve Dar Yükümlülük Esasına Göre Vergilendirmenin Meşrulaştırılması Sorunu
Oytun CANYAŞ
ÖZET
Vergilendirme yetkisi ülke sınırları dışında veya içinde kullanılabilir. Gelir üzerinden alınan vergi-lerde bu yetki dar ve tam yükümlülük esasına göre kullanılmaktadır. Dar ve tam yükümlülük esa-sında yükümlü ile ilişki, uyrukluk, ikametgâh, işyeri gibi mali bağ ölçütleri üzerinden kurulmaktadır. Bu çalışmada vergilendirme yetkisinin kullanımını meşrulaştıran teorilerin, dar ve tam yükümlülük esasına göre vergilendirmeye yaklaşımı ele alınmaktadır. Bu çerçevede konu fayda, fedakârlık, eşitlik, iktisadî bağ ve tarafsızlık teorileri bakımından irdelenmektedir. Bu teorilerden tarafsızlık, iktisadî bağ ve eşitlik teorileri vergilendirme yetkisinin dar-tam yükümlülük esasına göre kullanılması arasında tercihte bulunmaktadır. Söz konusu teorilerin ortaya koyduğu tercihin belirlenmesi uluslararası hukuk kaynaklarının yorumuna katkı sağlayabilecektir.
Sağlık Sektöründe Kamu-Özel İşbirliği Sözleşmeleri: Beklenti ve Gerçekleşme
Uğur EMEK
ÖZET
Dünya genelinde çoğu ülkede olduğu gibi, son yıllarda Türkiye büyük ölçekli kamu hastane inşaat-larının ve hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde Kamu Özel İşbirliklerine (KÖİ) başvurdu. Geleneksel tedarik yönteminde hastaneler özel sektör tarafından inşa edilmekte, yatırım dönemi finansmanını ve işletme yönetimini Sağlık Bakanlığı yapmaktadır. KÖİ modelinde ise özel ortak hastane inşaatının ta-sarımını, yapımını, finansmanını ve sözleşme süresi boyunca işletimini üstlenmektedir. Bu hizmetlerin karşılığında, İdare/devlet sözleşme dönemi boyunca özel ortağa hizmet bedeli ödemektedir. Türkiye, 2017 yılının ilk yarısı itibariyle, geliştirdiği KÖİ programı çerçevesinde, 41.000 hastane yatağına sahip sağlık tesislerini bu yöntemle yapmayı öngörmektedir. 30.000 yataklı 20 tesisisin ihalesi yapıldı ve sözleşmesi imzalandı. 2017 yılının ilk yarısı itibariyle, bu sözleşmelerin 12’si proje finansmanını sağ-layabildi ve 3’ü işletmeye alındı. Bu çalışma, proje geliştirme sürecinde fizibilitelerin kalitesini, ihale sürecinde rekabetin derecesini ve sözleşmelerin finansmana erişim kapasitesini inceleyerek, KÖİ söz-leşmelerinin performansını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, sağlık sektöründe KÖİ sözleş- melerinin önerilen etkililiği ve etkinliği sağlamadığı sonucuna ulaşmaktadır.
İstisnai Yoldan Vatandaşlığın Kazanılmasına İlişkin Genel Esaslar ve Son Değişiklikler Çerçevesinde Türk Vatandaşlığının İstisnai Yoldan Kazanılması
Banu ŞİT KÖŞGEROĞLU
ÖZET
5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun Türk vatandaşlığının istisnai yoldan kazanılmasına ilişkin düzenlemesi ile belirli kişilere Türk vatandaşlığının kazanılmasında kolaylık tanınmakta ve genel yoldan vatandaşlığa alınmada aranan şartlardan sadece biri aranmaktadır. Objektif olmaktan son de-rece uzak olan milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartı ile belirli kişiler Türk vatandaşlığına alınırken idarenin son derece geniş bir takdir yetkisi bulunmakta-dır. Söz konusu düzenlemenin kapsamı 28.7.2016 tarih ve 6735 sayılı Kanun ile daha da genişletilmiş; özellikle Türkiye’de (teknik olmayan anlamda) yatırım yapan kişilerin Türk vatandaşlığını kolay yoldan kazanmasının yolu açılmıştır.
Eski Roma’da Cumhuriyet Dönemi Halk Meclisleri ve Yasa Yapım Süreçleri
Eşref KÜÇÜK
ÖZET
Eski Roma’da, Krallık döneminin ardından kurulan Cumhuriyet (res publica) ile yasa yapma yetkisi halk meclislerine geçmiştir. Bunun sebepleri arasında hiç şüphesiz kralın iktidarına sınır getirme anlayışı yatmaktadır. Zira kral (rex) her ne kadar örf ve adetin etkisiyle yasa yapma yetkisini kul-lanmasa da kral yasaları (leges regiae) adı verilen düzenlemeleri tek başına koyabilmekteydi. Kralın yasa koyma gücünün herhangi bir sınırı bulunmamaktaydı. Tarihsel aktarıma göre Roma’nın son kralı Lucius Tarquinius Superbus’un tiranlığa (istibdata) dönüşen yönetimi, kralın şehirden (Roma) kovul-ması ve Cumhuriyet rejiminin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Krallık döneminde ömür boyu tek başına iktidarda bulunan kralın yerine, Cumhuriyette halk tarafından bir yıllığına seçilen iki eşit yetkili consul getirilirken, yasa (lex, plebiscitum) yapma yetkisi de halk meclislerine verilmiştir. Halk meclislerinin oluşma ve yasa yapım süreçleri, günümüz yasama faaliyetlerinin temelini oluştururken, Eski Roma’nın bu süreçlerde takip ettikleri ilkeler bugün hala yasakoyucular için rehber işlevi görmektedir. Roma tarihi yasama alanında görülen kodifikasyonların (Oniki Levha Yasası, Corpus Iuris Civilis) azlığı, yasa ile toplum gereksinimlerinin çözülmesi ve sorunlara getirilen tedbirler hakkındaki Romalıların düşün-celeri, yasa yapım süreçlerinin teknik yönüne ilişkin ilke ve saptamaları Roma yasalarının halk nezdin- deki meşruiyetinin temelini oluşturmuştur.
Evlenmeye Zorlamak için Öngörülen Cayma Tazminatı ya da Cezai Şart Dava Edilemez; Ancak Yapılan Ödemeler de Geri İstenemez
Burcu Gülseren ÖZCAN BÜYÜKTANIR, Dila OKYAR KARAOSMANOĞLU
ÖZET
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) “Nişanlılığın Hükümleri” başlığı altında “Dava Hakkının Bulunmaması” alt başlığı ile TMK m.119/f.2’de yer alan düzenlemeye göre; “evlenmeden kaçınma hali için öngörülen cayma tazminatı veya cezai şartı dava edilemez; ancak yapılan ödemeler de geri istenemez”. Madde metninde yer alan “…ancak yapılan ödemeler de geri istenemez” şeklindeki düzen-leme, halk arasında başlık parası olarak ifade edilen uygulamayı akıllara getirmektedir. Başlık parası adı altında yapılan ödemelerin iadesine ilişkin talebin hukuki temeli olarak TMK m.119/f.2 düzenle-mesinden başka, akla ilk gelen diğer düzenlemeler; hediyelerin geri verilmesine ilişkin TMK m.122 ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m.27 ve TBK m.81’dir. Bu çalışma; TMK m.119/2’de yer alan düzenlemenin, tarihsel gelişim süreci içerisinde incelenmesini ve başlık parası adı altında yapılan öde-melerin iadesinin hukuki dayanağına ilişkin olarak doktrinde ve yargı uygulamasında ortaya konulan görüşlerin değerlendirilmesini amaçlamaktadır.
Uluslararası Hukukta Köprüler: Sınırlar ve Diğer Hususlar
Anıl ÇAMYAMAÇ
ÖZET
Nehirler ve boğazlar üzerinde iki yakayı birleştirmek için her zaman bu belirtilen coğrafî kesitlerde köprüler inşa edilmiştir. Uluslararası hukuk bunlar genelde ilgilenmez. Fakat, eğer kıyılar farklı devletlere aitse, köprü üzerindeki sınır veya köprünün yönetimi ve bakımı gibi konularda da doğal olarak sorunlar çıkabilmektedir. Bu bağlamda, bu kısa çalışmada bu konulara değerlendirilecektir.
Pragmatizm Hukuka Ne Önerebilir?
Sezal Çınar ÖZKAN
ÖZET
Bu çalışma Richard Posner’ın sorduğu bir sorudan kaynaklanmıştır: Pragmatizm hukuka ne öne-rebilir? Bu çerçevede çeşitli düşünürlerin görüşlerinin incelenmesi neticesinde, pragmatizm ve hukuk ilişkisinde Rosenfeld’ın orta pragmatizm olarak isimlendirdiği bir olanağın araştırılmasına giri-şilmiştir. Bu araştırmanın amacı, pragmatist felsefede hukukun kendisine temel alabileceği pragma-tist öze ulaşmaktır. Böylece hukuk, yalnızca pragmatist felsefenin sınırlamalarına tabi olacak, bunun dışında tüm diğer felsefelerden bağımsız olacaktır. Ancak, pragmatizm çatısı altında toplanan gö-rüşler çok çeşitli ve pragmatist olarak addedilebilecek düşünür çok fazladır. Bu sebeple araştırmayı sınırlayabilmek için hem felsefi hem hukuki yöne sahip olması sebebiyle Posner’ın pragmatizmi tercih edilmiştir. Posner’ın pragmatizmi bağlamında yapılan pragmatist öz ya da temel arayışında, Posner’ın pragmatizminin orta pragmatizm imkanı için elverişli olmadığı sonucuna varılmıştır. Ancak bu sonuç yalnızca Posner’ın pragmatizmi için geçerli olmasının yanı sıra, pragmatizm ile hukuk arasında hiçbir ilişki/bağlantı kurulamayacağı anlamına da gelmemektedir.
5718 Sayılı MÖHUK m.37/2 Hükmünde Yer Verilen “Münhasıran” Kavramı ile “Söz Konusu İşletmenin İşyeri” İfadesi Hakkında Değerlendirmeler
Onur Can SAATCIOĞLU
ÖZET
Türk hukukunda, yabancılık unsuru taşıyan haksız rekabet uyuşmazlıkları bakımından uygulanacak hukukun tespiti meselesi, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 37’nci maddesinde iki fıkra hâlinde sevk edilmiş bulunan özel hükümler üzerinden ele alın-maktadır. Birinci fıkra hükmü, doktrin ve uygulamada “piyasa yeri prensibi” (Marktortprinzip) şeklinde bilinen yaklaşım esas alınarak oluşturulmuştur. Bu hüküm aracılığı ile piyasası doğrudan etkilenen ülkenin hukukunun uyuşmazlığa tatbiki gündeme gelmektedir. İkinci fıkra hükmü ise, zarar görenin münhasıran işletmesel menfaatlerinin ihlâl edildiği haksız rekabet hâlleri açısından, zarar gören iş-letmenin işyerinin bulunduğu ülkeyi bağlama noktası olarak kabul etmektedir. İkinci fıkra hükmü ile getirilmiş bulunan “münhasıran işletmesel menfaatlerin ihlâli” sınırlaması, aynı zamanda birinci ve ikinci fıkra hükümlerinin kendi aralarındaki uygulanma sınırının çizilmesi açısından da dikkate alına-bilecek oldukça önemli bir kriter niteliğindedir. İkinci fıkra hükmünün madde uygulaması bakımından sahip olduğu bu önem, hükmün, barındırdığı unsurları ile birlikte daha detaylı biçimde incelenmesi ve özellikle “münhasıran” kavramı ile “söz konusu işletmenin işyeri” ifadesine ilişkin değerlendirmeler yapmak gereksinimini doğurmaktadır. Çalışmada öncelikle, haksız rekabetten doğan kanunlar ihtilâfı hususunda farklı devlet hukuklarınca benimsenen normatif yaklaşımlar hakkında kısaca bilgi verilmiş; bu kapsamda, İsviçre, Avrupa Birliği ve Türk hukukları tarafından kabul edilen sistemlere değinilmiştir. Ardından, “münhasıran” kavramının içeriği üzerinde durulmuş, bu hususta doktrinde yapılan birtakım tartışmalara yer verilmiştir. Daha sonra ise, “söz konusu işletmenin işyerinin bulunduğu
Türk Hukukunda Kamu Personelinin Mali Sorumluluğu
Çağdaş ARTANTAŞ
ÖZET
Kamu personelinin mali sorumluluğu, Türk doktrini ve içtihatlarında 1960’lardan beri tartışmalara konu olagelmiştir. Tartışmalar genel olarak, kamu personelinin kusurunun kişisellik niteliğinin tahlili, zarar mevcut ise açılacak tazminat davasının hangi yargı kolunda ve kime karşı açılacağı, Dev-letin zararlardan ötürü personele rücu’u ve rücu’un zorunluluğu ile kamu personelinin mali sorumlu-luğunun rejimini düzenleyen bazı kanun hükümlerinin anayasallığı hususlarında yoğunlaşmıştır. Bu çalışmada da bu konular üzerinde durulmuş ve mevzuatın, doktrinin ve içtihadın geldiği son halde Türkiye’de kamu personeli bakımından nasıl bir sorumluluk rejiminin ortaya çıktığı incelenmiştir.
Uluslararası Hukukta Deniz Haydutluğu ve Somali Açıklarındaki Deniz Haydutluğu ile Mücadele
Tacettin ÇALIK
ÖZET
Tarihsel süreçte, deniz haydutluğu farklı görünümlerde ortaya çıkmıştır. İlk aşamada, genellikle ken-dilerine ait gemilerle diğer gemilere saldıran deniz haydutları mürettebatı öldürerek gemilere ve gemideki mallara el koymuşlardır. Daha sonra deniz haydutları açık bir şekilde bir devletin tabiiyetine girerek savaşlarda düşman devletlere karşı savaşmışlar; barış zamanında ise düşman devlet gemi-lerine karşı deniz haydutluğu faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu şekilde, devletlerden aldıkları “izin belgeleri” ile faaliyet gösteren deniz haydutlarına “korsan” denilmiştir. Son aşamada ise, 1815 yılında kabul edilen Paris Beyannamesi ile deniz haydutlarının devletler tarafından savaşlarda kullanılması yasaklanmış. Bu tarihten itibaren devletler, deniz haydutlarını savaşlarda kullanmaktan vazgeçmişler; günümüz anlamındaki deniz haydutluğu faaliyetleri ise varlığını sürdürmüştür. Uluslararası ticaretin yaklaşık %90’lık bölümü denizler üzerinden gerçekleştirilmektedir2. Özellikle deniz ulaşımının temel güzergâhlarından birisi olan Aden Körfezi, ticari gemi trafiğinin yaklaşık %20’sini karşılamaktadır. 1990’lı yılların başında başlayıp, 2000’li yıllarda yoğunlaşan Somali açıklarındaki deniz haydutluğu faaliyetleri, en çok Aden Körfezi’nden geçen gemileri ve bu bölgede gerçekleşen deniz ticaretini etkilemiştir. Bu güzergâhlardan geçen ticaret gemileri-ne ve Somali’ye insani yardım taşıyan yardım gemilerine saldıran ve ele geçirdikleri gemilerdeki mürettebatı ve yolcuları rehin alan Somalili deniz haydutları, gemi sahiplerinden ve devletler-den mürettebatın ve geminin serbest bırakılması karşılığında yüksek miktarda fidye istemeye başlamışlardır. Bu durum uluslararası toplumu bu konuda tedbir almaya itmiştir.
Türkiye Futbol Federasyonu Sağlık Ekiplerinin Yapılanmaları ve İşleyişleri Talimatı Işığında Sağlık Ekibi Çalışanı Sözleşmesi
Hakkı Mert DOĞU
ÖZET
Spor, spor hukuku ve spor hukuk sözleşmeleri son yıllarda gelişim göstermektedir. Bu gelişim spor süjelerini de doğrudan etkilemektedir. Spor hukukunun önemli süjelerinden biri de sağlık ekibi çalışanlarıdır. Makalede, sağlık ekibi çalışanlarının sözleşmesi ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.
THukuk, Evrim ve Pragma: Holmes ve Cardozo’nun Pragmatik Düşünceleri Üzerine Bir Değerlendirme
Muzaffer DÜLGER
ÖZET
Bu makalede ondokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başındaki Amerikan hukuk felsefesinin pragmatist tabiatını göstermeye çalışacağız. Amerikan hukuk felsefesi tarihinin bu evresi, tekelci kapitalizmce ve Birleşik Devletler’deki yeni sosyo-ekonomik koşullar için yeni bir sosyal felsefe bulma hususundaki entelektüel ihtiyaçlar-ca şekillenmiştir. Bu da Birleşik Devletler’in doğal hukukçu kurucu siyaset felsefesinden farklı ve Blacstone-karşıtı bir karakterde olmuştur. İşte bu noktada ilk olarak karşımıza Oliver Wendell Holmes’un Common Law’un genel teorisi biçimindeki Benthamcı, yanı-labilirci, emprisist ve pragmatik hukuk felsefesi çıkar; ve hemen ardından da Benjamin Nathan Cardozo’nun “The Nature of Judicial Process” kitabındaki pragmatik ve sosyo- lojik karar verme felsefesi ile karşılaşırız.
Karşılaştırmalı Demokrasi Modelleri ve Hükümet Sistemleriyle İlişkisi
Mustafa GÜÇYETMEZ
ÖZET
Demokrasi kavramının temelinde “halkın yönetimi” yer alınken, toplumların gelişme-siyle birlikte bu tanıma bazı ilaveler yapılmış ve günümüze kadar gelmiştir. Öğretide birçok demokrasi tanımı yer alırken toplumlara ve ülkelere göre farklı demokrasi mo-delleri ve teorileri ortaya konulmuştur. Devletlerin toplum yapıları ve yönetim biçimleri daima onların demokrasilerini şekillendirmiştir. Bu sebebe bağlı olarak toplumlar, daima kendileri için en ideal yönetim ve demokrasi modeli arayışı içinde olmuşlardır. Bu çalış-mada demokrasi kavramı ve modelleri kıyaslamalı bir şekilde anlatılmaya çalışılmış, bu modellerden Westminster Modeli ve Çoğulcu Model üzerinde durulmuştur. Bu modelleri uygulayan ülkelerin toplum yapıları ve hükümet sistemleri ortaya konularak demokrasi ve hükümet sistemleri bağlantısı analiz edilerek yansıtılmıştır.
Post-Modernizm ve Hukuk
Mustafa Serhat KAŞIKARA, Seher KAŞIKARA
ÖZET
960’ların sonlarına doğru ortaya çıkmaya başlayan post-modernist söylem tartışmalarının, özellikle modern topluma ve akla yöneltilen eleştiriler çerçevesinde güç kazandığı söylenmektedir. İlk ola- rak, Fransa’da sanat, ABD’de ise mimarlık alanındaki son gelişmeleri anlatmak üzere ortaya atılan bu söylem, giderek diğer sosyal bilimlerde de yer bulmaya başlamıştır. Kimilerine göre siyasî bir ideoloji, kimilerine göre geçmişe bir başkaldırı, kimilerine göre düzensizliğe kapı aralayan bir boyut, kimilerine göre ise temeli olmayan mesnetsiz bir iddia… 1970’ler ile 1990’lar arasında doğduğu kabul edilen «post-modernizm», dünya gündemine olduğu kadar hukuk gündemine de damgasını vurmuştur. Bu popülaritesine nazaran, post-modernizmin, tam olarak tanımlanmış bir kavram olmadığı da belirtil-melidir. Bu çalışmada, post-modernizmin söylemine ve çözüm önerisine değinilmeye çalışılarak söz konusu akımın, hukuka yansımaları ve hukuk pratiği açısından nasıl yorumlandığı, incelenme konusu yapılacaktır.
Aktif Bir Hâkimlik Pratiğinin Kapsamı ve Sınırları: Hâkim Fiona Örneği
Nadire ÖZDEMİR
ÖZET
David Luban, avukatların ahlaken aktivist olmalarını öngören bir avukatlık pratiğinden bahseder. Müvekkilinin ahlaka veya hukuka uygun olmayan amaçlarını gören avukatın, vekillik ilişkisini bitir-mek yerine müvekkilini adalete uygun davranmak konusunda ikna etmesi gerektiğini belirtir. Yani avu-katların, müvekkillerine taraf olmaktan önce adaletin tarafında yer alarak davranmaları gerektiğinin altını çizer. Acaba hakimler açısından ahlaki aktivist pratik söz konusu olabilir mi? Avukatlardan farklı olarak taraf değil; tarafsız konumda olmaları gereken hakimler ahlaki aktivist pratik için hangi araç-lara sahiptir? Bu makalede Ioanna Kuçuradi, Gülriz Uygur ve Ronald Dworkin’in öngördüğü hakimlik pratiklerinin bir sentezi olarak ahlaki aktivizm teorisinin hakimler açısından mümkün olup olmayacağını Ian McEwan’ın Çocuk Yasası kitabındaki Hakim Fiona örneği üzerinden tartışacağım.
Kadına Yönelik Şiddet - Aile İçi Şiddet ve Konuya İlişkin Uluslararası Metinler Üzerine Bir İnceleme
Gizem ÖZKAN
ÖZET
Kadına yönelik şiddet ve özellikle kadına yönelik aile içi şiddet, hukuk sistemleri tarafından çoğun-lukla göz ardı edilen bir insan hakkı ihlalidir. Bununla birlikte son dönemde ulusal ve uluslararası düzlemde kadına karşı şiddet konusunda önemli adımlar atılmış; devletler konuya ilişkin etkin politika-lar geliştirmiş ve önemli yasal düzenlemeler yapmıştır. Bu gelişmelere rağmen, ulusal düzeydeki yasal düzenlemelerin yetersizliği, bu düzenlemelerin uygulanmasında ortaya çıkan sorunlar, kadına yönelik şiddetin ve en sık karşılaşılan şekliyle kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi ve şiddet mağdurları-nın korunması gibi hususlarda uluslararası metinlerle belirlenen standartlara uygun ve daha etkin hu-kuksal yolların benimsenmesi gerektiğini göstermekte ve bu gereklilik konusunda kamuoyunda yaygın bir inanç oluşmaktadır. Bu çalışma, kadına yönelik şiddet ve aile içi kadına yönelik şiddet kavramlarını ve bu tür şiddetin dış dünyaya yansıdığı biçimleri kısaca incelendikten sonra konuya ilişkin uluslararası metinleri ve konuyla ilgili değerlendirmelerimizi detaylı olarak ele almayı amaçlamaktadır.
Sosyal Darwinizm, Nazizm ve Hukuk İlişkisi Üzerine Bir Değerlendirme
Çağatay ŞAHİN
ÖZET
Bu çalışma, Sosyal Darwinizm fikrinin Nasyonal Sosyalizm özelinde faşist ideolojiyle ilişkisinin hu-kuki boyutuna dair bir değerlendirme yapmayı amaçlamaktadır. Darwin’in 1859’da yayımlanan eseri Türlerin Kökeni’nin ardından, evrime dair düşüncelerin sosyal hayatta da uygulanmasına dair geliştirilen fikirler tüm dünyada ağırlık kazanmış ve bu fikrin farklı ideolojilere teorik ve pratik alanda yansımaları olmuştur. Darwin’in eseri yayımlanmadan önce Sosyal Darwinizm’in en önemli temsilci-lerinden Spencer’ın ortaya koyduğu en uygun olanın hayatta kalması düşüncesi, öncelikle Spencer’ın içinden geldiği liberal düşüncenin temsilcilerini etkilemiş; ardından anarşist ve faşist düşünürler ara-sında da karşılık bulmuştur. Bu açıdan özellikle faşist ideolojinin biyoloji ve genetik ile ilişkisi, Sosyal Darwinizm’in faşizmle bağlantısı incelenirken üzerinde durulması gereken bir noktadır. Özellikle Al-manya ve İtalya’daki faşist partilerin yönetime gelmelerinin ardından Sosyal Darwinist düşüncenin meşruiyet alanı giderek artmış ve buna bağlı olarak hukuk alanında Naziler tarafından Irk Yasaları çıkarılmıştır.